AKILLI İHTİYAR
Eski zamanlarda bir padişah varmış. Yetmiş yaşına giren kişileri, işe yaramıyorlar diye şehirden kovup uzaklara gönderiyormuş. Bir delikanlının yetmiş yaşında bir babası varmış. Bu delikanlı babasından ayrılmak istemediğinden uzun müddet saklamış onu. Delikanlı sokaktan eve girdikçe babasının yanına girer, babası da ona sorarmış: - Nasılsın oğlum, dışarıda ne var ne yok? Delikanlı görüp işittiklerini söyleyiverirmiş babasına. Yine böyle bir gün, delikanlı gelip girmiş babasının yanına. -Neler gördün oğlum, neler işittin? Demiş. -Baba, demiş delikanlı. Padişah vezirleriyle birlikte su boyuna inmiş. Suyun dibinde ışıl ışıl ışıldayan bir mücevher görünürmüş. Suya girip aramışlar mücevheri. Yok. Çıkıp bakmışlar, yine suyun dibinde ışıldıyor. Buna pek şaşırmışlar. Padişahın vezirleri de bu işin hikmetini bilmiyormuş. İhtiyar: -Ey oğlum, orada su kıyısında bir ağaç var mı? demiş. -Evet, işte o ağacın çevresinde arıyorlar, demiş delikanlı. -Ağacın başında kuş yuvası var mı? -Var. -Öyleyse o cevher su dibinde değil, kuş yuvasında olmalı, demiş ihtiyar. Sudaki bunun yansımasıdır. Ertesi sabah padişah ve adamları yine gelip bakmışlar. Görmüşler ki, mücevher suyun dibinde ışıldayıp durmaktadır. Suya girmişler, yine yok. Bulamayınca yine şaşkınlıkla dönüp gitmişler. Bunlar bulamayınca delikanlı padişahın huzuruna varıp şöyle demiş: - Padişahım, Benim sana bir sözüm var. Bu mücevher su dibinde değildir. Su kıyısında ağaç var. Ağacın tepesinde kuş yuvası Var. O yuvada olsa gerektir. Çıkıp bir bakalım, demiş. Padişahın adamları ağacın tepesine çıkıp kaz yumurtası iriliğinde bir mücevher bulup getirmişler. Padişahın buna aklı gitmiş. Vezirlerine çok öfkelenmiş: -Siz hepiniz okumuş kişilersiniz, şu köylü oğlan kadar aklınız yok, demiş. Padişah sormuş delikanlıya: -Bunu sana kim öğretti? -Kendim bildim, demiş delikanlı. Vezirler bu yiğide çok öfkelenmişler. Kendilerinden üstün çıktı ya! Artık vezirler, delikanlıyı padişaha öldürtmek istemişler. Padişaha gidip şöyle demişler: - Bu delikanlı, bana ne gösterirlerse bilirim, diyor. Biz ona iki aygır gösterelim. İkisi de bir renkli, bir yapıda olsun. Ağzını da açıp bakmasın. Yanına da gelmesin. Hangisi yaşlı, hangisi genç karşıdan bakıp bilsin. - Tamam, demiş padişah. Delikanlıyı çağırtıp söylemiş: - Yarın buraya gel. Biz sana şöyle iki aygır göstereceğiz. Sen onların hangisinin yaşlı, hangisinin genç olduğunu bileceksin. Delikanlı pek düşünceli bir halde eve dönmüş. Babasının yanına varmış. - Nasılsın oğlum, demiş babası. - Baba, mücevher senin söylediğin gibi kuş yuvasında çıktı. Ne var ki, padişah yarın bana iki aygır getirecek, yanlarına gitmeden hangisinin genç olduğunu bilmemi isteyecek demiş. - A oğlum, sen onun için endişelenme. Bu hiç de zor bir iş değildir, demiş babası. Yarın gidersin. İki aygır getirirler. Yaşlısını gencini şuradan bilirsin: Genç aygır daha uzaktan sağa sola oynayarak gelir, yaşlı aygır ise başını çevirip, genç aygıra yol verir. Böylece cevap vereceksin. Ertesi gün bu yiğit oraya gitmiş. Vezirlerle padişah da gelmiş. Padişah İki aygır getirtmiş : ikisi de aynı renkte, aynı görünüşte. - Bunların hangisi yaşlı hangisi genç? diye sormuşlar delikanlıya. İki aygır iki taraftan karşı karşıya gelmişler. Genç olanı oynayıp sıçrayıp geliyor, ihtiyar olanı başını önüne eğip geliyor. Delikanlı: - İşte bu yaşlı aygır, bu da genç, demiş. Padişah: - Ya hu! Bunları nasıl biliyorsun, kim öğretiyor bunları sana demiş. Oğlan: - Kendim biliyorum, demiş. Padişah iyice sinirlenmiş. Vezirler, yarın sana yeni bir soru soracağız hadi bunu da bil de görelim demişler. -Yarın aynı uzunlukta, aynı şekilde yontulmuş direk gibi iki ağaç getireceğiz.- Bu ağaçların hangi tarafı ucu, hangi tarafı köküdür, söyle de görelim, demişler. Yiğit yine pek düşünceli eve gelmiş. Babasının yanına varmış. -Oğlum, demiş ihtiyar, bugün neler gördün? -Aygırları bildim, baba. Senin söylediğin gibi oldu. Bana yeni bir mesele verdiler. Aynı kalınlıkta yontulmuş iki ağaç. Dışından hiçbir şey bilinmiyor. Bunun ne tarafı başı ne tarafı kökü olduğunu bilmemi istiyorlar, demiş. -A oğlum. Bunun için endişelenme. Sen o ağaçları suya attır. Suya girince ağacın başı yukarı kalkar, kök tarafı dibe doğru batar, demiş. Neyse. Ertesi sabah delikanlı yine gitmiş. Bunu önüne dümdüz iki ağaç yontup koymuşlar. - Al sana iki ağaç. Yontup bakmadan, kaldırmadan hangi tarafının başı, hangi tarafının kökü olduğunu söyle! demişler. Delikanlı: - Ağaçları suya atın, demiş. Suya attıklarında, ağacın bir tarafı batmış, bir tarafı yukarı kalkmış. Delikanlı: - İşte bu başı ucu, öteki başı köküdür, demiş. Delikanlı yine bilmiş. Padişah çok şaşırmış bu işe. Delikanlıya sormuş: - Bunu sana kim öğretti? Delikanlı: -Kendim bildim, demiş. - Yok, demiş padişah. Sen daha bunları bilecek yaşta değilsin. Güzellikle söylemezsen, ben sana söyletmesini bilirim! Delikanlı çok korkmuş ve sonunda dayanamamış: - Benim yetmiş yaşında bir babam var. Ben onu sizden saklayarak bakıyorum. Bana o akıl verdi, bana her şeyi öğretiyor, demiş. Bunun üzerine padişah: -Utanmış, sıkılmış yerin dibine geçmiş! Dünyada ihtiyarlar da gerekmiş. İhtiyarlar olmadan dünya işleri yürümüyormuş. Bundan sonra ihtiyarlara asla dokunmayacağım, demiş. Bir ferman çıkararak yaşlılara iyi davranılmasını emretmiş. Delikanlının babasını da kendisine baş vezir yapmış. Yaşlı adam bildiklerini gençler ile paylaşmış. Yaşlıların bilgeliği, gençlerin gücü kuvveti ile ülke çok güzel bir haline gelmiş. Gökten üç elma düşmüş: Biri masalı anlatanın başına, Biri bu projenin tüm üyelerinin başına, Biri de yaşlılara saygı gösterip, sevgi duyan güzel çocuklarımızın başına.
0 Yorumlar
|
|