Bir padişahın on bir oğluyla bir tek kızı vardı. Bu çocukların sevgili anneleri ölünce padişah başka bir kadınla evlendi. Bu yeni hanım sultan, büyücüydü. Üvey çocuklarını da hiç sevmiyordu.
Bir gün, üvey annesi Nilüfer'i hamama götürdü. Yüzüne, başına, vücuduna siyah bir boya sürdü; büyüyle boyayı çıkmaz bir hale getirdi. Kız, gayet çirkin oldu. Artık padişah babası yüzüne bakamıyordu. Kızcağızdan herkes iğreniyordu. Sonunda, onu mutfağa attılar, bulaşıkları yıkama görevini verdiler. Üvey anne bununla da kalmadı; kızın on bir erkek kardeşini de büyüyle birer kuğu şekline soktu. Bu zavallılar, geceleyin yine insan olurlardı. Fakat güneş doğar doğmaz kuğu şekline girerek havaya uçarlardı. Yeşil göllere giderek orada sazların mor gölgelerinde yıkanırlardı. Nilüfer, kardeşlerini gördüğü sürece saraydaki hakaretlere tahammül etti. Lakin kardeşlerinin birer kuğu olarak uçup gittiklerini gördükten sonra artık sarayda kalmayı istemedi. Bir gün, gizlice saraydan çıktı. Az uz, dere tepe düz gittikten sonra bir yeşil gölün kenarına geldi ve söğüt ağacının gölgesinde oturarak gölün güzel renklerini seyretmeye daldı. Bu anda, karşıdan bir beyaz bulutun gelmekte olduğunu gördü. Bu beyaz bulut göle yaklaşınca beyaz kuğulardan bir sürü olduğunu anladı. Bu beyaz kuğular, önce göle inerek serin sular içinde yıkandılar. Sonra, içlerinden biri Nilüfer'i görerek arkadaşlarına gösterdi. Hepsi birden suda yüzerek, kız kardeşlerinin yanına geldiler. Elini, ayağını, saçlarını öpmeye başladılar. Kız, bunların, kendi kardeşleri olduğunu tanıdı. Onlara başından geçen bütün felaketleri anlattı. Kuğular, bu sözleri işitip anlıyorlardı. Fakat cevap veremiyorlardı. Gece olunca kuğular birer genç şehzade oldular. Nilüfer, kardeşlerini birer birer tanıdı. Onlarla sabaha kadar konuştu. Fakat sabah olunca yeniden hepsi kuğuya dönüştüler. Uçarak gölün öte yanına gittiler. Nilüfer, akşama kadar sabırsızlıkla bekledi. Akşama doğru beyaz bulut yeniden göründü. Kuğular, yine zümrüt sularda yıkandıktan sonra Nilüfer'in yanına geldiler. Kız kardeşlerini öpüp sevdiler. Geceleyin insan kılığına girdiler. Nilüfer'e dediler ki: "Biz gölün bu kıyısında barınamayız. Buranın havası, toprağı, her şeyi sıkıcıdır. Karşıki kıyıda güzel bir kumsal vardır; kumları altından, sedefleri inciden, çakıl taşları elmastandır. Bu kumsalın üzerindeki tepede, çam ormanlarının içinde, ağaçların birbirine geçmesinden tabii bir köşk ortaya çıkmış... Orası bizim sarayımızdır. Ormanda her türlü yemiş ağaçları, av kuşları var. Seninle orada mutlu bir hayat yaşayabiliriz. Yarın sabah, biz birer kuğu olunca seni kanatlarımızın üzerine alacağız. Gölün üzerinden geçireceğiz. Sakın korkmayasın. Bizim kanatlarımız kuvvetlidir. Suya düşeceğini hiç hatırına getirme!" Sabah olunca, altı kuğu yan yana gelerek bir sal şeklini aldılar. Nilüfer bu salın üzerine oturdu. Beş kuğu da kanatlarını açarak salın üzerinde bir gölgelik yaptılar. Bu beyaz sal gökte uçmaya başladı. O, yukarıda uçarken hayali, aşağıdaki gölün gümüş aynasına yansıyordu. Nilüfer, düşmekten korkmadığı için bu yolculuktan çok zevk alıyordu. Akşam yaklaşınca bir adaya indiler. O geceyi adada geçirdiler. Sabahleyin, yine beyaz uçağı hazırladılar. Nilüfer'i akşama doğru karşı kıyıya; altın kumlu, inci sedefli, elmas taşlı kumsala indirdiler. Geceyi, ormandaki tabiat köşkünde geçirdiler. Sabah olunca, kardeşleri yine kuğu olup uçtular. Nilüfer köşkten çıktı. Ormanda gezindi. Ağaçların dalları güzel, yaprakları güzel, çiçekleri güzeldi. Yemişleri de çok lezzetliydi. Akşama kadar gölün kıyısında, ormanın ağaçları altında gezindi. Akşam olunca kuğular geldiler, kardan daha beyaz köpüklü sularda yıkandılar. Güneş batar batmaz, yine insan oldular. Buradaki tatlı hayat aylarca devam etti. Bir gece, Nilüfer'in rüyasına ak saçlı bir yaşlı kadın girdi. "Ormanın doğusunda bir süt gölü var; orada yıkanırsan eski güzelliğini bulursun" dedi. Nilüfer, sabah olmadan kardeşlerini uyandırarak süt gölünün yerini öğrendi. Sabah olup da kuğular uçunca o da süt gölüne doğru gitti. Göle girip de yıkandıktan sonra aynaya baktı: Üvey annesinin yaptığı büyüden önceki güzelliği tamamıyla geri gelmişti. Akşam, kardeşleri Nilüfer'i bu durumda görünce çok sevindiler. Nilüfer, o gece de rüyasında o yaşlı kadını gördü. Kadın dedi ki: "Kardeşlerini büyüden kurtarmayı istersen, mezarlıklardaki ayrıkotundan on bir gömlek örmelisin. Fakat bunlar bitinceye kadar sana ne gibi işkenceler yapsalar ağzından hiçbir söz çıkmayacaktır. Hiçbir soruya cevap vermeyeceksin. Eğer bütün işkencelere dayanarak hiç konuşmaksızın, bir kelime bile kullanmaksızın on bir gömleği yapar ve kuğulara giydirirsen onlar derhal eskisi gibi insan olurlar." Nilüfer uyanınca ayrıkotu aramaya gitti. Topladığı otlarla gömleklerin birincisini örmeye başladı. Akşam, kardeşleri geldiler. Ne yapmakta olduğunu sordular. Hiç cevap vermedi. Durmadan örmeye devan ediyordu. Kardeşleri, "Bu konuşmamak da büyüdür," dediler. Artık geceleri kardeşleriyle konuşmuyordu. Onlar konuşuyor, kendisi gömlek örüyordu. Bir gün o diyarın genç padişahı ava çıkmıştı. Yolu tabiat köşküne uğradı. Köşkün güzelliğine hayran oldu. Hele orada dünya güzeli Nilüfer'i görünce ona bin candan bin cana âşık oldu. Genç padişah, kıza kim olduğunu sordu. Nilüfer cevap vermedi. Adını sordu, yine cevap almadı. Kız, hiç durmaksızın gömlek örüyordu. Genç padişah, kızın bu haline şaştı. Kıza, "Bana varır mısın?" diye sordu. Yine cevap yok. Vezirleri, "Sükût, ikrardandır"[1] dediler. Kızı bir arabaya koyarak genç padişahın sarayına götürdüler. Kırk gün, kırk gece düğün yaptılar. Fakat Nilüfer, hiç oralarda değildi. O, durmadan gömlek örüyordu. Ayrıkotu bitince geceleri saraydan çıkıyor, mezarlıklarda ayrıkotu topluyordu. Beri tarafta padişaha varmak isteyen vezir kızları vardı. Onlar, Nilüfer'in arkasına gözcü koydular. Sonunda padişaha, nişanlısının büyücü olduğunu, geceleri mezarlıklarda dolaştığını, halk aleyhine büyüler yaptığını haber verdiler. "İnanmazsan geceleyin arkasından git; kendi gözünle görürsün!" dediler. Bir taraftan da halk arasında kızın büyücü olduğuna dair haberler yaydılar. Padişah, kızı çok seviyordu fakat konuşmamasından kendisi de biraz şüphelenmişti. Gece olunca, kızın arkasına düştü. Kız mezarlığa geldi, ot toplamaya başladı. Padişah, kızın büyücü olduğuna inandı. Kızı mahkemeye verdi. Kadı, birçok soru sordu. Kız hiçbirine karşılık vermiyor, elindeki gömleği örmeye çalışıyordu. Kadı, sonunda Nilüfer’in asılmasına karar verdi. Nilüfer hiç aldırış etmedi. Gömleğini örmeye devam etti. Padişah bir defa daha denemek için Nilüfer'in yanına geldi. Bir tek kelime söylerse cezasını affedeceğini, yine eskisi gibi nişanlısı olarak kalacağını söyledi. Nilüfer, elindeki gömleği örmekten başka hiçbir hareket göstermedi. Padişah, kızın bu davranışına öfkelendi. "Karar yerine getirilsin!" dedi. Cellâtlar kızı aldılar. Darağacının yanına götürdüler. Kız, son gömleğini bitirmek için acele ediyordu. Bir saniye durmuyor, örüyor, durmadan örüyordu. Cellât ölüme hazırlanmasını söyledi. Birçok seyirci, bu büyücünün nasıl öleceğini seyretmeye gelmişlerdi. Kız yine aldırmadı, gömleği örmeye devam etti. Zaten gömlek bitmek üzereydi. Cellât, ağzından bir söz çıkarmak için, ona abdest almasını, namaz kılmasını, tövbe etmesini öğütleyip duruyordu. Kız da son örgüleri bitirmek için çabalıyordu. Sonunda cellât usandı. Kızı asmak için elini uzattığı zaman son gömlek de bitmişti. Bu anda on bir kuğu, bir beyaz bulut gibi uçarak geldiler. Kızın etrafını sardılar. Kız, yanındaki on bir gömleği birer birer bunlara giydirdi. On bir kuğu, birdenbire on bir şehzade oldu. Bu durum karşısında cellât da, seyirciler de şaşırıp kaldılar. Bu anda kız, cellâda dedi ki: "Şimdi padişah ve kadı efendi gelsinler, her işi anlatacağım." Padişahla kadı efendi geldiler. Nilüfer, üvey annesinin kendisine ve kardeşlerine nasıl büyü yaptığını, kendisinin konuşmamasının ve geceleri ayrıkotu toplayarak sürekli gömlek örmesinin, bu büyüleri bozmak için olduğunu ve bunu yapmak üzere rüyasında bilinmeyen âlemden emir aldığını söyledi. Kardeşlerinin hepsi de bu sözlerin doğru olduğuna şahitlik ettiler. Padişah, Nilüfer'in babasına haber göndererek hanım sultanla birlikte düğüne davet etti. Düğün sırasında yaşlı baba çocuklarını tanıdı. Hain karısını boşayarak babasının evine gönderdi. Evlatlarına sarılarak gözlerinden öptü. Damadına da çocuklarını kurtardığı için büyük teşekkürler etti. Bundan sonra hepsi mutlu yaşadılar. ZİYA GÖKALP Düzenlemek için buraya tıklayın.
1 Yorum
|
|