LİMON KIZ MASALI
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Cinler cirit oynarken eski hamam içinde Bir serçe kanadını kırk katıra yüklettim Ne az gittim ne uz gittim, Kafdağı’na ilettim Bir nefeste erittim, o dağların karını Dikilmedik ağacın orda yedim narını Eğrilmedik iplikle ne çulhalar dokudum Elif dedim b dedim, dağı taşı okudum Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım Nedir diye sorana şu masalı anlattım... Bir varmış bir yokmuş. Ülkenin birinde çok iyilik sever bir padişah varmış. Bu padişah fakirlere ramazanlarda yiyecek, bayramlarda giyecek dağıtırmış. Yılda bir gün de sarayının karşısındaki çeşmenin bir musluğundan yağ, bir musluğundan da bal akıtır, herkesin duasını alırmış… Gene böyle çeşmenin musluklarından yağ ile bal aktığı bir gün, ihtiyar bir kadın çeşmeye gelmiş. Elindeki testiye yağ doldurmuş. Tam oradan uzaklaşacağı sırada şehzade yanlışlıkla ihtiyar kadına çarpıvermiş. Kadının elindeki testi yere düşüp kırılmış, yağ da yere dökülmüş. Testisinin kırılmasına, yağın bu şekilde ziyan olmasına üzülen ihtiyar kadın başını kaldırıp şehzadeye: A oğul sana birşey demem inşallah Limon Kızın derdine düşesin, demiş. O günden sonra şehzadeyi bir düşüncedir almış. Acaba bu Limon Kız nasıl bir şeydir, nerededir, diye sabahtan akşamlara kadar düşünüp durmuş. Oğlunun bu düşünceli haline canı sıkılan padişah, bir gün onu yanına çağırarak derdinii sormuş. Şehzade de Limon Kızı merak ettiğini, izin verirse gidip onu arayacağını söylemiş. Padişah, çaresiz razı olmuş. Şehzade, hazırlandıktan sonra bir gün padişah babası ile sultan annesine veda ederek yola düşmüş… Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek altı ayla bir güz gitmiş; derken bir dağ başında ihtiyar bir adama rastlamış. Selam verip ihtiyarın elini öpmüş. Bu delikanlının kendisine saygı gösterip elini öpmesine pek memnun olan ihtiyar: Hayır ola evlat, diye sormuş, böyle tek başına nereye gidiyorsun? Şehzade: Bir Limon Kız varmış, diye cevap vermiş. Onu pek merak ediyorum da, aramaya çıktım. Ama, günlerden beri yol yürüdüğüm halde hâlâ bir iz bulamadım… İhtiyar gülerek: Ben Limon Kız’ın bulunduğu yeri biliyorum, demiş. Sana tarif edeyim: Şuradan doğru yürü. Karşıki dağın arkasına git. orada önüne bir gül bahçesi çıkacak. Gül ağaçlarının kocaman, kocaman dikenleri vardır. “Ne güzel güller” diyerek bir gül koparıp kokla. Ellerinin kanamasına bakma! Oradan çıkıp yürü… Suyu kan gibi kırmızı akan bir dere ile karşılaşacaksın. Yanına gidip “aman ne temiz su” diyerek biraz iç… Yoluna devam et… Biraz ilerde bir koyun ile bir köpeğe rastlayacaksın. Koyunun önündeki eti köpeğin önüne, köpeğin önündeki otu da koyunun önüne koy… Oradan uzaklaş… İlerde karşına iki kapı çıkacak. Bir kapalı, öteki açıktır. Kapalı kapıyı aç, açık kapıyı kapa! Açılan kapıdan geçerek yürü… Büyük bir bahçeye gireceksin. Burası devin sarayının bahçesidir. Bahçede binlerce meyve ağacı arasında bir tane de limon ağacı vardır. O ağacı arayıp bul! Üzerinde üç tane limon göreceksin. Bu üç limonu da kopar, arkana bakmadan geri dön! Geldiğin yerlerden geç… Bu limonları keserken her birinden bir kız çıkar. Senden bir şey isteyecekler: İstediklerini yaparsan ne âlâ… Yapmazsan kuş olur uçar giderler. Haydi yolun açık olsun evladım! Şehzade, ihtiyara teşekkür etmiş, elini öpmek için eğildiği zaman karşısında kimseyi bulamamış. İhtiyar birdenbire ortadan yok olmuş. Şehzade hemen yola çıkarak yürümeye başlamış. Çok geçmeden dağın arkasına varmış. Biraz sonra gül bahçesine ulaşmış. Güllerin arasına dalmış. Elleri dikenlerden kan içinde kaldığı halde, bir gül koparıp “ne güzel güller” diye koklamış. Oradan çıkmış. Suyu kan gibi akan dere ile karşılaşmış. Kenarına gidip eğilmiş, “aman ne temiz su” diyerek biraz içmiş, kalkıp yoluna devam etmiş. Az ilerde bir koyun ile köpeği görmüş. Köpeğin önündeki otu, koyunun önüne, koyunun önündeki eti de köpeğin önüne koyarak oradan uzaklaşmış. Biraz sonra karşısına iki kapı çıkmış. Açık kapıyı kapamış, kapalı kapıyı da açarak içinden geçmiş ve devin meyve bahçesine girmiş. Koca bahçede araya araya limon ağacını bulmuş. Hakikaten ağaçta üç tane limon varmış. Üç limonu da koparıp geriye dönmüş. Tam bahçenin kapısına yaklaştığı zaman, dev, bahçesinden limonların koparıldığının farkına vararak, yeri göğü inleten sesi ile bağırmış: Kapılar kapılar tutun şu insanoğlunu bırakmayın, demiş. Kapılar kanadını bile kımıldatmamış: Yıllardır birimizi açık birimizi kapalı tutarsın. Bu insanoğlu geldi bizimle ilgilendi, kolumuz kanadımız dinlendi. Biz ona nasıl kötülük ederiz, demişler. Şehzade kapıdan geçmiş. Dev bu sefer koyuna seslenmiş: Koyun koyun, ak koyun; ben oynayamadım, sen oyna şu insanoğluna bir oyun!” diye. Ak koyun bir tüyünü bile kımıldatmaz. “Bunca yıldır beni köpek yerine koyup önüme bir lokma et attın, bu insanoğlu geldi de bir tutam olsun ot verdi bana, şimdi bu iyiliği yabana atar da ona nasıl kötülük ederim, demiş. Dev, koyundan umudunu kesince köpeğe seslenmiş: "A Karabaş, Karabaş, sen olsun köpekliğini göster de şu insanoğluna bir sataş!” demiş. Karabaş da dile gelmiş: "Bunca yıldır kapındayım, önüme bir tutam ot atıp bir deri, bir kemik bıraktın beni. Yine insanoğlu insanlığını gösterip ot yiyene ot, et yiyene et verdi. Ben onun kılına bile dokunmam", demiş. Şehzade oradan da uzaklaşmış. Dev bu sefer dereye seslenmiş: "Dere, dere! Kanlı dere! Kabart sularını salma şu insanoğlunu bırakma öte! demiş. Dere, dile gelip cevap vermiş: Ben ona fenalık yapamam. Sen her zaman “kanlı dere” diye benim suyumu içmezsin. Halbuki o, “aman ne temiz su” diyerek içti, gönlümü hoş etti. Varsın geçsin, yolu açık olsun! demiş. Şehzade, dereden de geçerek gül bahçesine girmiş. Dev, arkadan gene seslenmiş: " Güller güller! Dikenli güller! Gösterin marifetinizi, çıkarın dikenlerinizi. Tutun şu insanoğlunu bırakmayın" demiş. Güller de dile gelip hep bir ağızdan deve cevap vermişler: "Sen tenezzül edip de bir gün olsun bizi koklamadın. Her zaman “dikenli güller” diye hakaret ettin. Halbuki bu delikanlı dikenlerimize bakmadı. Ellerinin kanamasına aldırmadı. Bizden bir tane kopararak “ne güzel güller” diye kokladı. Bizi sevindirdi. Allah da onu sevindirsin. İşi rastgitsin!, demişler. Şehzade ardına bakmadan oradan hızlıca uzaklaşmış. Yorulan şehzade, biraz soluklanmak için bir ağacın altına oturmuş. Limonlardan birini kesmiş. Bir de bakar ki ne görsün, limon limon değil ayın on dördü gibi güzel bir kız. Şehzade, buna bir akıl sır erdireyim demeye kalmaz, kız "Su su" diye seslenmiş. Şehzade hemen etrafına bakınmış, aramış taramış ama bir yudum su bulamamış. Susuz kalan kız kuş olup uçmuş gitmiş. Şehzade hemen ikinci limonu da kesmiş. Bu limondan da göz kamaştıracak kadar güzel bir kız çıkmış. O da diğer kız gibi " Su su " diye seslenmiş. Fena halde telaşlanan şehzade hemen su aramış ama ne çare. Bu kız da kuş olup uçmuş gitmiş. Şehzade o kadar üzülmüş ki neden bu ikinci limonu bir su kenarında kesmedim diye kendi kendine kızmış. Ne olursa olsun üçüncü limonu bir su kenarında kesmeye karar vermiş. Böylece epey zaman yol almış, nihayet bir şehre yaklaşmış. Şehre girmeden yol kenarında ağaçlıklı bir dere görmüş. Derenin kenarına gidip elleri titreye titreye üçüncü limonu çıkarıp kesmiş. Bu sefer, içinden, evvelkilerden daha güzel bir kız çıkmış. Yanakları al gibi, dudakları bal gibi, boyu dersen çiçek açmış dal gibi... Şehzade bir görür bayılır, bir görür ayılır. Bu kız da şehzadeye " Su su " diye seslenmiş. Şehzade hemen dereden su getirip kıza içirmiş. Suya kavuşan kız kendine gelmiş. Limon kızı kuş olmaktan kurtaran şehzade neşe içinde " “İn misin, cin misin; nasıl oldu da limon olup bir dalda bittin?” diye sormuş. Limon kız da “Ben ne inim ne de cin! Bir peri kızı periyim, dahasını ne sen sor ne ben söyleyeyim. Şimdi söyle bakalım yiğidim sen kimsin?" diye sormuş. Şehzade de " Ben de padişahın oğluyum, senin derdine düşüp yollara koyuldum, sonunda seni buldum. Lakin seni böyle saraya götüremem. Ben hemen saraya gideyim allı pullu gelinliğini diktireyim. Sen de giyinip düzenir elvan elvan bezenirsin. Sultanlara yakışır biçimde davullu zurnalı saraya gideriz." demiş. Limon buna razı olmuş. "Peki şehzadem ben seni şu ağacın tepesinde beklerim." demiş. Şehzade hemen yola koyulmuş. Limon kız da ağaca çıkarak şehzadeye beklemeye başlamış. O sırada dereden su doldurmak için bir hizmetçi kız çıkagelmiş. Bu kız öyle çirkin öyle çirkinmiş ki yüzüne gözüne bakılacak gibi değil, çilin çopurun biri. Yüzü gibi kalbi de çirkin olan bu kız çok da kurnazmış. Dereden su doldurmak için eğildiği sırada limon kızın sudaki yansımasını görmüş. Başını çevirip ağaçtaki kıza hayran hayran bakmış. Neden sonra kör şeytan aklına bir fenalık sokmuş. " Bacı bacı, nur bacı der; şu çıkılmaz ağaca nasıl çıktın? Hani elim, ayağım tutsa da çıktığın dala çakabilsem iki kelam eder, bir hoşça vakit geçirirdik!” Limon kızın insanları tanıdığı yok, ne bilsin: “ Şehzade dönüp gelinceye kadar bana da bir can şenliği olur.” diye düşünür ve “Eğil dalım, eğil!” der demez dalın biri eğim eğim eğilir, kurnaz kızı almasıyla doğrulması bir olur. Kurnazın kızı, kendini ağacın tepesinde bulunca Limon kıza dönerek: “A bacı, nar tanesi mi desem, nur tanesi mi desem sana? Bu yaşıma dek nice güzeller gördüm ama gözüm değmesin, senin gibisini görmedim. Bu güzellik sana Hak’tan mı vergi, bu ne güzellik böyle?” der. Limon kız, ne cevap etsin, diliyle dişinin arasından: “Bre bacı, güzellik dediğin de ne oluyor, insanın talihi güzel olmalı, yok yoksa peri kızı değil, melaike olsan başın dertten kurtulmaz!” deyip başına gelenleri bir bir sayıp döker. Kurnaz onun limon olup bittiğinden, kuş olup öttüğüne kadar nesi var nesi yok, olanca tılsımını öğrenir. Bir de şehzade ile evleneceğini duyunca daha bir kıskanır. Bir anını denk getirip Limon kızın başındaki altın tarağı çıkarır. Tarağın çıkmasıyla Limon kız kuş olup uçar gider. Ağzı kulaklarına varan kurnaz kız orada şehzadeyi beklemeye başlamış. Bir süre sonra şehzade askerleri ile birlikte çıkagelir. Bir de bakar ki ne görsün, Limon kızın oturduğu yerde çilin çopurun biri oturuyor. Şehzade Bu Limon kız peri soyundan değil mi, her kılığa girer, her şekilde görünür; belki de sabrımı sınıyor böyle!” diyerek hizmetçi kıza sormuş: "Limon kız sana ne oldu böyle?" Kurnaz kız hiç bozuntuya vermeden " Sorma şehzadem seni beklerken güneş vurdu karardım, rüzgar vurdu sarardım, ağlamaktan yüzüm gözüm bozuldu." demiş. Şehzadenin ne duyduğuna inanası gelmiş ne gördüğüne ama ele güne karşı bunu pek belli etmek istememiş. Şehzadenin getirdiği kıyafetlerden birini giyen kurnaz kız yüzünü gözünü de kapatmış kimseye göstermemiş. Davullarla zurnalarla saraya doğru gitmişler. Sarayda düğün hazırlıkları başlamış. Düğün günü şehzade ile kurnaz kız sarayın bahçesinde iken bir kuş gelip onların tepesinde uçmaya başlamış. Bu kuşun Limon kız olduğunu anlayan kurnaz kız hemen şehzadeden onu yakalatmasını istemiş. Şehzade de askerlerine emretmiş. Askerler kuşun peşine düştükleri sırada kuşun kanadından bir tüy yere düşmüş. Tüyün yere düşmesiyle Limon kız ortaya çıkmış. Limon kızı karşısında gören şehzade hem çok şaşırmış hem de çok mutlu olmuş. Kurnaz kızı derhal saraydan attırmış. Limon kız ile şehzade birbirlerine kavuşmuş. Sarayda kırk gün kırk gece düğün yapılmış. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş. Biri bu masalı anlatanın başına, biri dinleyenlerin başına, biri de şehzade ile limon kızın başına…
0 Yorumlar
|
|